Türkiye, jeolojik konumu itibariyle deprem kuşağında yer alan bir ülke. Neredeyse her yıl büyük ya da küçük ölçekli sarsıntılarla karşılaşıyoruz. 2023 yılında Kahramanmaraş merkezli yaşanan büyük felaketin ardından dün İstanbul’da meydana gelen deprem, bu gerçeği bir kez daha sert bir şekilde hatırlattı.
Ancak bu hatırlatmanın ardından toplumun, yöneticilerin ve tüm paydaşların verdiği ilk tepkiler, çoğu zaman olması gerekenin uzağında kalıyor. Ne yazık ki, böylesine hayati bir mesele, kısa vadeli siyasi çıkarların gölgesinde kalabiliyor. Oysa deprem, siyasetin ötesinde bir meseledir. Deprem, ortak bir felaket; dolayısıyla çözüm de ortak akılda, bilimde ve dayanışmada aranmalıdır.
Deprem gibi doğal afetler, siyasi arenada bir “hesaplaşma” ya da “suçlama” aracı haline gelmemelidir. Elbette geçmişteki ihmallerin, eksik uygulamaların ya da gecikmiş önlemlerin sorgulanması gerekir. Ancak bu sorgulama, öfke ya da polemikle değil, bilimsel analizlerle, veriye dayalı araştırmalarla ve çözüm odaklı yaklaşımlarla yapılmalıdır.
Siyasi tartışmalarla harcanan her saniye, aslında afetlere hazırlık için kaybedilmiş bir zamandır. İstanbul gibi milyonlarca insanın yaşadığı bir metropolde yaşanacak büyük bir depremin etkileri sadece o kenti değil, ülke ekonomisini, toplumsal huzuru ve hatta uluslararası ilişkileri bile etkileyebilir. Böyle bir durumda yapılması gereken şey, tüm kurum ve kuruluşların, iktidar-muhalefet ayrımı gözetmeksizin bir araya gelerek ülkenin deprem riskine karşı nasıl daha dirençli hale getirileceğini konuşmalarıdır.
NE YAPILMALI?
Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı Güncellenmeli: Mevcut planlar daha sık güncellenmeli, her il özelinde risk haritaları detaylandırılmalı, kaynaklar bu doğrultuda yönlendirilmelidir.
Yerel Yönetimlerle Eşgüdüm: Belediyelerin deprem hazırlıkları tek elden değil, yerel ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak planlanmalı. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında çatışma değil iş birliği sağlanmalıdır.
Afet Eğitimleri Yaygınlaştırılmalı: Deprem öncesi, anı ve sonrası için halkın bilinç düzeyi artırılmalı. Okullarda ve işyerlerinde düzenli tatbikatlar yapılmalı.
Kentsel Dönüşüm Rant Aracı Olmaktan Çıkarılmalı: Gerçek anlamda riskli yapılar tespit edilmeli, hak sahiplerinin mağdur edilmediği, bilimsel kriterlere uygun dönüşüm projeleri hayata geçirilmelidir.
Afet Lojistiği ve Müdahale Kapasitesi Geliştirilmeli: Arama-kurtarma ekipleri, sağlık personeli, lojistik destek hatları ve koordinasyon merkezleri hazır tutulmalı.
Toplumsal Bir Seferberlik Gerekiyor
Depreme karşı hazırlık sadece devletin ya da belediyelerin görevi değil. Vatandaşlar olarak bizler de yaşadığımız binaların güvenliğini sorgulamalı, afet çantalarımızı hazırlamalı, eğitimlere katılmalı ve komşularımızla dayanışma içinde olmalıyız. Sivil toplum kuruluşları, akademi, medya ve özel sektör de bu toplumsal seferberlikte aktif rol üstlenmelidir.
İstanbul’da yaşanan son deprem, sadece bir uyarı değil; aynı zamanda bir fırsattır. Bu fırsat, geçmiş hatalardan ders çıkarma ve geleceği daha güvenli hale getirme fırsatıdır. Gün, siyasi çekişmeleri bir kenara bırakıp “ne yapabiliriz?” sorusuna yanıt arama günüdür. Bu meselede herkesin ortak paydası insan hayatıdır. Deprem geldiğinde hangi partiye oy verdiğinizin, hangi düşünceye sahip olduğunuzun hiçbir önemi olmayacak. Önemli olan, sağlam binalarda yaşayıp yaşamadığınız, müdahale ekiplerinin zamanında ulaşıp ulaşmadığı, sistemin işleyip işlemediğidir.