Tarih sahnesinde sesi bastırılmış, inancı hor görülmüş, kökleri yakılmak istenmiş; ama varlıklarıyla dünyayı güzelleştiren bir halktır Ezidiler. Güneşi kutsayan, doğaya dua ile bakan, yaşamı ibadet sayan bu kadim topluluk; bir çiçeğin açışında hakikati, bir taşın sessizliğinde Yaradan’ı gören bir inancın taşıyıcılarıdır.
Her baharın en güzel sabahında, Nisan ayının üçüncü çarşambasında kutladıkları “Çarşema Sor” (Kırmızı Çarşamba), onların eşsiz ve sevgi dolu dünyasını selamladığı kutsal bir gündür. Bu bayram, bin yıllık inançlarının neşeli yankısıdır. Ancak...
Ah, bu bayramlar ki... Çoğu zaman bir kanayan yaranın üstünde açan narin bir çiçek gibidir. Ezidilik sadece göklere uzanan bir inanç değil; aynı zamanda asırlardır süren bir feryattır. Her “ferman”, yani her katliam, insan vicdanına saplanan bir hançer; her sürgün, ana toprağından kopan bir canın sessiz çığlığıdır. Ezidi halkı, yüzyıllardır süregelen bir suskunluğun, dillendirilemeyen bir yasın içinde yaşamaktadır.
Bayram gelir, ama geçmişin gölgeleri peşlerini bırakmaz. Sevinçleri buruk, tebessümleri ıslaktır. Çünkü bu topraklarda bayram, çoğu zaman dinmeyen acının yanı başında yeşeren bir umuttur yalnızca. Ve bu hikâye burada bitmez; asıl yüzleşme, bu satırları okuduktan sonra başlar...
Güneşe Yüzünü Dönen Kadim Bir İnanç: Ezidilik
Ezidiler, Kürtçe konuşan ve Kürt halkının kadim bir parçası olan bir topluluktur. İnanç sistemleri; Zerdüştlük, Sabiilik ve Antik Mezopotamya dinlerinden izler taşır. Melek Tavus’a (Tawûsê Melek) duydukları bağlılık, yaratılışın kutsallığına ve iyiliğe duydukları sarsılmaz bir inancın tezahürüdür. Onlara göre Melek Tavus, kötülüğün değil; sınavın, sabrın ve manevî yükselişin sembolüdür.
İbadetleri çoğunlukla gizlidir; çünkü yüzyıllardır kendilerini savunmak zorunda kalmışlardır. Başlarını doğuya, güneşe çevirerek dua ederler; çünkü güneş, Yaradan’ın ışığıdır. Su, ateş ve hava gibi doğal unsurlar onlara göre kutsaldır. Doğa, onların ibadethanesidir.
Ve işte bu kadar zarif, barışçıl ve insani bir inanç sistemi, tarih boyunca defalarca yanlış anlaşılmış; kötü niyetli kimi din adamları tarafından "şeytanî" olmakla yaftalanmış ve kitlelerin hedefi hâline getirilmiştir.

Fermanlar: Tarihin Suskun Kaldığı Katliamlar
Ezidiler, tarih boyunca 74 büyük ferman, yani katliam yaşadıklarını anlatırlar. Her biri, insanlığın utanç hanesine yazılmış birer karanlık nottur. Sadece iki örnek bile, bu trajedinin derinliğini anlamaya yeterlidir:
- 2007 Şengal Katliamı: Irak’ın kuzeyinde yer alan Şengal bölgesinde Ezidilere ait köylere düzenlenen bombalı saldırılarda yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Dünya, bu acıya kulaklarını tıkadı.
- 2014 IŞİD Soykırımı: 3 Ağustos 2014’te IŞİD, Şengal’e saldırdı. Binlerce Ezidi erkek katledildi, kadınlar ve çocuklar köle pazarlarında satıldı. Binlercesi dağlarda aç ve susuz bırakıldı. Bu açık ve belgelenmiş bir soykırımdı. Ama dünya, yine sessizdi.
Kaçırılan Ezidi genç kızlar, Gazze, Ürdün, Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerinde ticari birer meta gibi satıldılar.
Yalnızca bir örnek: 2024 Ekim ayında, Şengalli genç kız Fevziye Emin Seydo, Gazze'de bir esir olarak tutulurken tespit edildi ve Erbil ile Tel Aviv'in ortak yürüttüğü bir operasyonla kurtarılarak ailesine kavuşturuldu. Ailesi, yıllardır onu bekliyordu. Gözyaşları ve dualarla...

Ezidiler: Toprağın Yarası, Vicdanın Aynası
Ezidiler, Ortadoğu’nun orta yerinde duran bir utanç aynasıdır. Onlara yapılan zulüm, aslında insanlığın yüzleşmekten korktuğu büyük bir suçun belgesidir. Ancak Ezidiler sadece mağdur değildir. Onlar, inancın ve umudun adıdır.
Dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır ama inançlarını terk etmemişlerdir. Kamplarda, sürgünlerde, diasporada bile dualarını ana dillerinde, Kürtçe ederler. Çünkü bilirler ki inanç, bir bina değil; kalpte yaşayan bir ışıktır.
Onların müziği bir ağıttır ama aynı zamanda bir direniş, bir duadır. Dini liderleri Şeyh Adî’ye duydukları bağlılık, sadece bir kişiye değil; binlerce yıllık geçmişlerine olan bir sadakattir. Her "Çarşema Sor", bir yeniden doğuş, her boyanmış yumurta ise dua ile örülmüş bir yaşamdır.

Bir İnsanlık Daveti
Ezidilere bakarken, onlara acımak değil; onlara saygı duymak gerekir. Çünkü onlar yalnızca kendi inançlarını değil, insanlığın vicdanını da temsil etmektedirler. Binlerce yıl boyunca kimliklerini ve inançlarını koruyarak bugünlere geldilerse, biz de onların hikâyesini korumakla yükümlüyüz.
Ezidiler yaşadıkça biz insanız. Onlar yok olursa, geriye sadece tarih kitaplarına yazılmış bir utanç kalır.
Sevgili okur, bu satırları okurken, bir dağın eteğinde dua eden yaşlı bir Ezidi kadını hayal edin. Belki bir oğlunu bir fermanla yitirmiş, belki kızını köle pazarlarında kaybetmiştir. O dua ederken, biz susamayız. O'nun duası göğe yükselirken, bizim sesimiz yeryüzünden eksik kalmamalıdır.