Yaşam, hepimiz için sanıldığından da kısa. Hayallerimizi tamamlayacağız diye ne kadar çaba göstersek de, mümkün değil bu. İlla ki yarım kalacak bir şeyler; illa ki eksikler olacak. Hâl böyleyken ne yapmalı, nasıl etmeli peki? Hiçbir şey olmayacakmış gibi sürüp gitmeli mi bu mücadele, yoksa aklımıza pek getirmek istemediğimiz varış çizgisini göz önünde bulundurup mu yola devam etmeli? Bu hususta kim akıl verebilir ki? Kimin aklı kiminkinden üstün olabilir. Birimizin dahi aklının ermediği, zamanın bitip de sonsuzluğun başlayacağı o güne dair.
Aldığımız bir haberle, sevdiğimiz bir insanın gencecik yaşta ve ansızın yaşamını yitirdiğini duymak, üzüntüye boğulmamıza sebep olur. Günlük yaşantımızın onca telaşı arasında çok da fazla düşünmeden yaşıyoruz. Hayatın umursamazlığı nereye kadar sürüp gidecek ki… Kırklı yılların başında süratle mesafe kat ederken ömrüm, ne vakit ayırtına varabilecektim acaba yitip giden günlerin, elimden avucumdan uçup ayrılan gençliğin?
Sizlerle hayata dair ne kadar konuşsak, ne kadar yazsak boşuna aslında... Ne zaman perdesi inecek bu temsilin, kimse için hiç belli değil ki. Hoş, vadesini bilsek daha mı iyi olurdu… Kaptırmışız kendimizi rüzgâra; ilerliyoruz malum yolda işte. Elbet, sevincimiz de oluyor kimi zaman, neşemiz de; yarınlara dair ümidimiz de. Ama nerede sonlanır bu yolculuk hiç bilmiyoruz.
Emin olduğumuz şu ki; Bu dünya, Milyarlarca yıldır dönüp duruyor. Yaşam, yeryüzünde, Milyonlarca yıldır sürüp gidiyor. Uygarlıklar, Binlerce yıldır devinim içerisinde. Uluslar, Yüzlerce yıldır bir kimliğe sahip. Onlarca yıldır da biz varız hayatta. Vadesini bilmediğimiz bu yolculukta zamansızlığa ve mekânsızlığa doğru akıp gidiyoruz hep birlikte..
Maalesef, Çoğu zaman da kaçınılmaz sonu düşünmeden alamıyoruz kendimizi. Bir gün mutlaka hepimizin yarım kalacak bir hikâyesi olacak. Günün birinde birimizin sulanacak bir fidanı eksik kalacak, bir diğerimizinse bir kez daha gidilecek memleketi. Kimisinin, sevdası tarafından yanağına kondurulacak ömre bedel bir buse hayali gömülecek sonsuzluğa, Kimimizin yarınki randevusu boşa düşerken, kimimizinse verdiği sözleri suya düşecek. Kimimizin içilecek son bir kadehi, anlatacağı fıkrası ve patlatacağı kahkahası… Anlaşılan o ki; Bir ömür tüketiriz ama son noktada bitmemiş onlarca işimiz olacaktır.
İşte bu noktada, O sevdadır hayata tutunmamızı sağlayan… Ömür dediğin bir nehir gibidir. Akıp gider… Asla aynı zamanı ikinci kez yaşayamazsın. Aklım bana şunları fısıldıyor. Öldüğünde ardınca kalacak olan şeylere bel bağlama, Olmadığın her yerde yokluğun hissedilsin. Bir muhabbet tekkesi bulundur yüreğinde, herkes girsin. Öfkelenme, kötü söz söyleme, kimsenin elindekine bakma, verileni al. Eline geçeni ölçüsünde ve muhtaç olana dağıt. Unutma, senin olan tek şey, Güneşe bakan yüzünle, aydınlanan yüreğinde taşıdığın sermayedir. Bir dua gibi yaşa hayatını, isminle yad edilecek bir hatıran olsun. Herkes seni sorsun, seni arasın, seni özlesin.
Ne olursa olsun, Hangi birinden bahsedersek bahsedelim, Bütün bu hakikate rağmen hayat çok tatlıdır. Günebakan çiçekleri gibi yüzümüzü güneşe dönerek yaşamayı yeğleriz. Yasemin çiçeği gibi beyaz, zarif ve hoş kokularla gezinmeyi düşleriz. Sevdiğimiz yemeklerin bulunduğu bir sofraya iştahla oturmayı isteriz. İş çıkışı buluşacağımız sevgilimizi özlemle bekleriz. Tatil arifelerinde, Bayram şekeri toplayan çocuklar kadar hevesli oluruz. Kabımıza sığamıyoruz sevinçten. Dünyaya ve de yaşama hükmediyoruz sanki o an. Hâlbuki Hangimizi kim inandırabilir ki o esnada kozmik gerçeklikte bir zerrecik kadar kıymetimizin olmadığına. Aslında sabit bir merkezde soluk alıp, güneşe bağımlı ömür tüketen günebakan çiçeğinden öte bir anlam ifade etmiyor yaşamımız. Can bulmuşuz bir biçimde ve nihayete ereceğiz bir şekilde. Bundan gayrısı teferruattır. İstemediğimiz son noktadaki varış çizgisine yakalanırken, Fani dünyadaki işlerimizin yarım kalmaması ve ecelin bizlerden hızlı davranmaması dileğiyle... Kalın sağlıcakla...