İnsanlar bazen çivisi çıkmış “Kapitalizm” ve “Tüketim Çılgınlığı”na tepki olarak hayat tarzlarını değiştirebiliyor. Bireysel yaşamaktansa alışılagelmiş bazı ritüelleri reddederek toplu halde daha mutlu ve huzurlu olunacağını ispatlayan oluşumlar var artık dünyada. Yaşamış olduğumuz Mezopotamya coğrafyasında Komün toplumda yaşam arzusu en çok benimsediğim yaşam biçimidir. Paylaşmak ve paylaşım içinde olmak, ortak bir yaşam alanı oluşturmak.
Hayatımız boyunca hoşumuza giden bize mutluluk ve huzur veren işler mi yaparız, yoksa seçme hakkımız olmadan kuralları koyanların esaretinde mi geçer hayatlarımız? Unutmayalım ki sevimsiz zor işlerde bizim içindir. Hayatın kolay veya zorlukları bizler içindir.
Kolay hayatları yaşarken, belki mutlu oluşumuz, yaşamış olduğumuz kolaylıklardan ötürüdür. Oysa hayatta veya yaşam koşullarına göre hayatı yaşamalıyız. Kolaylıklar olduğu sürece, zorluklarda olacaktır. Hayatımızı ve yaşamımızı ona göre sürdürmeliyiz.
Ebeveynler yani anne ve babalar çocukları için veya çocuklar anne ve babaları için inanılmaz güçlüklere ve sıkıntılara katlanmış olabilirler. Bazen geçmişteki anılarda kalan, bazen devam eden ortak mutluluklar ve paylaşılan güzel duygular, en zor koşullarda bile güçlü bir aile birliği ile aşılır. Güçlü bir aile birliği, güçlü aile temelleri ile sağlanır, yani komün-al yaşamlarda paylaşımlar vardır. İçimizde var ettiğimiz duyguları, paylaşmaktır. Öncelikle yaşadıklarımızı içimizde değil de aile bireyleriyle paylaşılması komünal yaşamın bir parçasıdır.
Çocukların sosyal çevre edinmesi, toplum içine girmesi kendilerine olan güvenlerinin gelişmesinde, zaman, zaman geleneksel kültür içinde yetişmiş, dinsel ve töresel baskılar altında kişilikleri oluşmuş anne ve babaların, çocuklarına ulaşmakta zorluklarla karşılaşmalarına neden olabilir. Bu durum kuşak çatışmasına dönüşmeden aile içinde çözümlenebilmelidir. Veya aile içi baskı çocukları engellemiş olabilir. Çocukların anne ve babalarını seçme şansları olmadığına göre anne ve babaları oldukları gibi kabul edip, sorunu kişisel gayretleri ile aşmaya çalışmalıdırlar.Ancak hatalarını da kırıp dökmeden yaralamadan onların yüzlerine söyleyebilmelidirler. Hatalar gizlendikçe daha çok yapılacaktır. O hataların yapılmaması için hataların paylaşılmasında fayda vardır. İnsanlar, çevrelerini alışkanlıklarını değiştirebilmeli yeni düşüncelere yeni dostluklara açık olmalıdır. Hayatı boyunca birkaç dost ve arkadaş dışında çevre ile iletişim kurmadan ömür geçirenlerin mutlu olmaları zordur, hatta mümkün değildir. Yaşamda tekdüzelikten çıkmak için kendimize özen göstermeliyiz, yediğimizi, içtiğimizi, gezdiğimiz yerleri, kılık kıyafetimizi ve bedenimizi, süreklilik arz eden tüm davranışlarımızı yenileyebilmeliyiz. Yani yaşamız da değişim olabilmelidir. Yeni çevre, yeni bir yaşam biçimi ile bu mümkün olabilir.
Sürekli veya devamlı yaşamdan, çalışma hayatından, yakınmak yerine, toplumun canlı yanı ile temas içinde olmalıyız. Yaşadığımız ülke sorunlarına duyarlı, ailemizin birlik ve bütünlüğüne, anne baba kardeş ve gerçek dostlarımız ile olan iletişime emek ve uğraş vererek sevinçlerin acıların sıkıntı ve stresin paylaşıldıkça azalacağına cani gönülden inanmalıyız. Yaşadığımız coğrafyada olaylara çevreye en kötü koşullarda bile iyimser bakabilmek ve bardağın dolu tarafı yanında boş tarafını da fazla abartmamayı yaşam kuralı haline getirebilmeliyiz. Her olgunun iyi ve kötü yanını birlikte düşünmeli, yaşamdan olabildiğince zevk almanın yolunu keşfetmeliyiz. İnsan önce kendisiyle sonra ailesi ve çevresiyle barışık olmalıdır. Eldekilerle yetinmeli, ancak daha iyiye daha güzele ve başarıya götüren çalışmaları şevk ve arzu ile takip etmelidir ki, buda bizi doğru noktaya ulaştırmış olacaktır.
Yaşadığı bölge halkının, ortak değerlerini, sevinç ve coşkularını, üzüntü ve kederlerini, alışkanlıklarını, eğlence kültürünü folklorunu, müziğini benimsemeli. Zaman, zaman yaşama sevincini rüyalarına ve hayallerine taşımalıdır.
Kendi kişisel tercihlerinin, toplumun değer yargıları ile sürekli çatışır durumda olması, mutsuzluğun temelidir. Onları yok saymamalı, ancak kişiliğini değer yargılarının tutuculuğuna, bağnazlığa dogmatikliğe esir etmemelidir. Yaşadığımız ülkede paylaşıp çoğalmak, toplumla ortak düşünce ve eylem birliği sağlamak için insanları iyi dinlemeliyiz. Her insanın anlatacak paylaşacak bir söylemi mutlaka vardır. Hep ilk hareketi başkalarından beklemek yerine ilk adımı atan olmalıyız. Edilgenlik yerine etkinliği koymalıyız. Ortak küçük şeyleri paylaşacak dostluklar kurmalıyız. Uzaktaki dostlarımızı unutulmuşluğa mahkum etmemeliyiz. Önemsiz şeyler için zor kurulan dostlukları bozmamalıyız. İkili ilişkilerde birbirini tüketecek davranışlardan kaçınmalıyız. Kusursuz dost aramak hayaldir. Herkesi olduğu gibi kabul edip, anlamaya çalışmak, yanlışlarını düzeltmeye uğraşmak yerine doğru olanı kendi davranışlarımızla göstermeliyiz. Haksızlığa mutlaka başkaldırmalıyız. Ancak hak ararken var olanı da kaybetmemeye özen göstermeliyiz. Sevgi paylaştıkça var olur, sevgiyle kalın