İhsan Yılmaz
Köşe Yazarı
İhsan Yılmaz
 

DİCLE’DE AŞK VE SU

Uzun zaman olmuştu böyle iki sesi bir arada duymayalı, ne çok özlemiştim oysa iki sesin sana beni çağrıştırmasını. Bir yandan Dicle'nin ana rahminden Mezopotamya'nın çorak topraklarına akan hırçınlığını ana karnına gizlemiş Dicle nehri, bir yandan da kulaklarıma fısıldayan aşk sözcüklerinin kelebeği, aç kalınabilir de susuz yaşanılır mı? Tabi ki hayır! Dicle'nin sensizliğinde sana gelmiştim, Şimdilerdeyse Dicle hırçın akıyor bilinmez diyarlara, sona doğru yaklaşıyor başındaki yine sen… Dicle nehrinde güneşin doğuşu ve batışı bana ayrı bir huzur veriyor. Çünkü Dicle sen kokuyor. Sonların bittiği başlangıçların başladığı yerdeyim. Bedenim hüzünlü bir akşamdan kalma yorgun ve yalnız. Huzuru yani seni bulabilmek için Dicle’ye koşuyorum dur durak bilmeden. Dicle nehri hırçınlığını koruyarak devam ediyor yola. Zamanın hızına eşlik ediyor bu aralar. Dicle’ye bakmak bile korku veriyor insana ama ben hiç korkmuyorum çünkü seni buluyorum. Burada güneşin batışını izliyorum ve zamanın bana kaybettirdiklerini düşünüyorum. Kokunu büyük bir iştahla içime çekiyorum. Sonra dalıp gidiyorum uzaklara. Güneşi arkama alıp bağırıyorum isyan edercesine. Boşuna kaybettiğim yıllarımı ve ömrümden geçen zamanı düşündükçe… Umutsuzca umuda doğru yelken açıyorum. Kopan fırtınalar yüreğimde, karanlık düşünceler ardı ardına beynimde yer ediniyor. Bir matem havası esiyor bedenimde. Mahkum olmak mı yoksa özgürlüğün sınırlarını zorlamak mı? İşte asıl sorun da buradan itibaren başlıyor, çünkü ben senin aşkına esir olmuşum. Gülen gözlerinde bir umut ışığı ararcasına sana doğru geliyorum, ama sen Dicle’nin öbür yakasında bana tatlı bir tebessümle bakıyorsun. Kuşlar benimle alay edercesine gökyüzünden aşağıya doğru süzülüyor… Kendimi bulmak için Dicle’nin hırçınlığına bakıyorum. Bu hırçınlık bana yüreğimdeki fırtınaları anımsatıyor. Geçmişim bir uğultu gibi beynimi kemiriyor. Düşünüyorum mazim hep karanlık çünkü her yol ayrımında birini kaybettim. Kaybederken de kendimi kaybettim. Yüreğimdeki prangaları parçalamak için uğraşıyorum. Uğraşırken de kendimi kaybediyorum. Etrafımda ikiyüzlü insanlar hep arkamdan yaralıyorlar beni. Bıktım, usandım yalancı yapmacık insanlardan. Sadeliği bir tek sende buluyordum. Oysa sen çölde bir serap gibiydin benim için. Varlığınla yokluğunun arasında sıkışıp kalıyordum hep. Benim amacım ise varlıkla yokluk arasındaki gerçekliği yakalayabilmekti… Yıllarca uğraşıp, didindim. Hayat bana hiç gülümseyen yüzünü göstermedi. Oysaki tatlı bir tebessüm beni hayata bağlayabilecekti. Her güler yüze her gülen göze her tatlı söze kanıp durdum yıllarca ve sonunda ne mi oldu. En sonunda yüreğimi yani seni kaybettim. Dur durak bilmeden hiç dinlenmeden gerçek aşkı bulmaya çalıştım. Karşıma çıkanlar boyalı yüzler tatlı ama yalan sözler oldu. Bu yüzden yaratılan varlıklara olan güvenim tükendi. Son demlerimi yaşıyorum. Tükenmişliğin ötesinde sarp bir yamacın üzerinde kendi makus tarihimi yaşıyorum. Hayat bir körebe oyunu misali gibi kayıp gidiyor ellerimden… Sonu hüsran olan bir yaşamın parçasıyım ben. Kendi kabuğumdan çıkmak için epeydir uğraşıyorum. Yüreğimi kemirip sıkıştıran zincirlerden kurtulabilir miyim bilemiyorum ama artık mutluluğu yakalayabileceğimi düşünüyorum. Çünkü senin gibi bir ihanetçinin esaretinden kurtuldum. Artık ihanetin ilmeği boynunda. Ben seni Dicle’nin sessizliğinde sevdim, Fırat’ın hırçınlığında terk ettim...
Ekleme Tarihi: 09 Ekim 2023 - Pazartesi
İhsan Yılmaz

DİCLE’DE AŞK VE SU

Uzun zaman olmuştu böyle iki sesi bir arada duymayalı, ne çok özlemiştim oysa iki sesin sana beni çağrıştırmasını. Bir yandan Dicle'nin ana rahminden Mezopotamya'nın çorak topraklarına akan hırçınlığını ana karnına gizlemiş Dicle nehri, bir yandan da kulaklarıma fısıldayan aşk sözcüklerinin kelebeği, aç kalınabilir de susuz yaşanılır mı? Tabi ki hayır! Dicle'nin sensizliğinde sana gelmiştim, Şimdilerdeyse Dicle hırçın akıyor bilinmez diyarlara, sona doğru yaklaşıyor başındaki yine sen…

Dicle nehrinde güneşin doğuşu ve batışı bana ayrı bir huzur veriyor. Çünkü Dicle sen kokuyor. Sonların bittiği başlangıçların başladığı yerdeyim. Bedenim hüzünlü bir akşamdan kalma yorgun ve yalnız. Huzuru yani seni bulabilmek için Dicle’ye koşuyorum dur durak bilmeden. Dicle nehri hırçınlığını koruyarak devam ediyor yola. Zamanın hızına eşlik ediyor bu aralar. Dicle’ye bakmak bile korku veriyor insana ama ben hiç korkmuyorum çünkü seni buluyorum. Burada güneşin batışını izliyorum ve zamanın bana kaybettirdiklerini düşünüyorum. Kokunu büyük bir iştahla içime çekiyorum. Sonra dalıp gidiyorum uzaklara. Güneşi arkama alıp bağırıyorum isyan edercesine. Boşuna kaybettiğim yıllarımı ve ömrümden geçen zamanı düşündükçe…

Umutsuzca umuda doğru yelken açıyorum. Kopan fırtınalar yüreğimde, karanlık düşünceler ardı ardına beynimde yer ediniyor. Bir matem havası esiyor bedenimde. Mahkum olmak mı yoksa özgürlüğün sınırlarını zorlamak mı? İşte asıl sorun da buradan itibaren başlıyor, çünkü ben senin aşkına esir olmuşum. Gülen gözlerinde bir umut ışığı ararcasına sana doğru geliyorum, ama sen Dicle’nin öbür yakasında bana tatlı bir tebessümle bakıyorsun. Kuşlar benimle alay edercesine gökyüzünden aşağıya doğru süzülüyor…

Kendimi bulmak için Dicle’nin hırçınlığına bakıyorum. Bu hırçınlık bana yüreğimdeki fırtınaları anımsatıyor. Geçmişim bir uğultu gibi beynimi kemiriyor. Düşünüyorum mazim hep karanlık çünkü her yol ayrımında birini kaybettim. Kaybederken de kendimi kaybettim. Yüreğimdeki prangaları parçalamak için uğraşıyorum. Uğraşırken de kendimi kaybediyorum. Etrafımda ikiyüzlü insanlar hep arkamdan yaralıyorlar beni. Bıktım, usandım yalancı yapmacık insanlardan. Sadeliği bir tek sende buluyordum. Oysa sen çölde bir serap gibiydin benim için. Varlığınla yokluğunun arasında sıkışıp kalıyordum hep. Benim amacım ise varlıkla yokluk arasındaki gerçekliği yakalayabilmekti…

Yıllarca uğraşıp, didindim. Hayat bana hiç gülümseyen yüzünü göstermedi. Oysaki tatlı bir tebessüm beni hayata bağlayabilecekti. Her güler yüze her gülen göze her tatlı söze kanıp durdum yıllarca ve sonunda ne mi oldu. En sonunda yüreğimi yani seni kaybettim. Dur durak bilmeden hiç dinlenmeden gerçek aşkı bulmaya çalıştım. Karşıma çıkanlar boyalı yüzler tatlı ama yalan sözler oldu. Bu yüzden yaratılan varlıklara olan güvenim tükendi. Son demlerimi yaşıyorum. Tükenmişliğin ötesinde sarp bir yamacın üzerinde kendi makus tarihimi yaşıyorum. Hayat bir körebe oyunu misali gibi kayıp gidiyor ellerimden…

Sonu hüsran olan bir yaşamın parçasıyım ben. Kendi kabuğumdan çıkmak için epeydir uğraşıyorum. Yüreğimi kemirip sıkıştıran zincirlerden kurtulabilir miyim bilemiyorum ama artık mutluluğu yakalayabileceğimi düşünüyorum. Çünkü senin gibi bir ihanetçinin esaretinden kurtuldum. Artık ihanetin ilmeği boynunda. Ben seni Dicle’nin sessizliğinde sevdim, Fırat’ın hırçınlığında terk ettim...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve malabadigazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.