Daha önceki yazılarımın birinde, Göç’ü kaleme alıp sizlerle paylaşacağımı yazmıştım. Silvan’ın en çok göç alan İlçe olması çok manidar ve düşündürücüdür. Göç konusunu araştırdığımız zaman görüyoruz ki; 1984 sonrasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan İnsanlara “ya korucu ol ya da terk et” denerek, Göç edenlere tercih hakkı verilmeden ve tanınmadan belirsizliğe doğru çözüm(süz) çözüm yolları gösterilmiştir.
Zorla göç ettirilen insanlar, ailesinden birini kaybetmiş, toprağını bırakmış, Mal varlığının büyük bir kısmını kelepir fiyatla satmış olarak, kentlere eksik, perişan, kimliksiz ve öfkeli gelmişlerdir. Barınma ihtiyacı noktasında, derme çatma gecekondulara yerleşerek nasıl sürprizlerle karşılaşacaklarını bilmeden endişeli süreçler yaşamışlardır.
Göç ile birlikte, Kurulu düzenlerini, dostluklarını, ekonomik uğraşlarını, anılarını ve mezarlarını bir günde terke zorlanan bu insanlar, Tamamen yabancı oldukları bu büyük kentlerde yeniden yaşam kurmakta zorlanan, çoğunluğu açlık sınırında yaşayan, dışlanan ve son yıllarda milliyetçi hezeyanların ve linçlerin yöneldiği doğal kurbanlar misali yaşamaktadırlar.
Kürt sorununa endeksli yaşanan savaş, şimdiye kadar resmi rakamlara göre 4000 yerleşim yerinin boşaltılmasına sebebiyet vermiş ve 30 yıldır toplumsal çatışma ortamını besleyecek bir insanlık trajedisine tanıklık etmiş, . Verilere göre 3 milyon insanın yerinden edilmesine yol açmıştır.
Yerleştikleri mahalde ilk problem, "Toplumdaki bütün kötülüklerin kaynağının göç edenler olduğu" önyargısından kurtulabilme sıkıntısıdır. İşsizlik ve ekonomik bunalım peşinden gelir. Göç sürecinde yaşadıkları travmalar, göç ettikten sonra yaşadıklar uyum problemleri takip eder. Ötekileşme süreçleri, dışlanma ve ırkçılık problemleri de bu sürecin halkası olarak onları beklemektedir. Yeni bir dil kazanma problemleri ve göç edilen toplumun değerlerine uyma problemleri de cabası…
Gerçeği görmemek ve "bu olguyu bir terör sorunu olarak görmek kolaya kaçmaktır" Göç gibi kökten koparıcı deneyimlere baktığımız da, . Göç edenlerin ne köylü kalabildiklerini ne de şehirli olabildiklerini söyleyebiliriz; iki kültür arasında sıkışma ve belli olmayan farklı bir kültüre doğru gidiş var. Bazı ailelerde, çocuklarda hal ve hareketlerin değiştiği ara bir kültür oluşuyor. Kültürel yozlaşma yaşanıyor.
Evet, Sevgili Okurlarım… Hepimiz biliyoruz ki; Hiç kimse doğmadan coğrafi bir bölge seçme hakkına sahip değildir. Bir Zaman, Mekân, Ekonomik durum, Lisan, Mezhep hatta Anne, Baba ve kardeş seçme hakkına sahip değildir. Dolayısıyla Göç’e zorlananlar acımasızca çuvaldızı batırırken iğne’yi de tenimize dokunduralım. Onların çektiği acının onda birini hissedersek zaten bu anlamsız cenderelerde ortadan kalkar. Doğmadan önce Göç edenlerin elinde imkân olsaydı, Belki de; Süper güç olan ABD’de doğmayı, kıymetli para olan Doları kullanmayı, geçerli dil olan İngilizce konuşmayı isterlerdi. Ama YOK…
Gelin..! Birbirimizi sevelim, sevilelim. Zorla dayatma kaderler yaratmayalım. Gelin..! Sevgiyi teneffüs edelim ki, çocuklarımıza da barışı ve kardeşliği miras bırakalım. Gelin..!Yaradan’dan ötürü Yaratılanı kucaklayalım. Bir olalım, Diri Olalım…
Kalın sağlıcakla…