Sanki varlığa renk katıyordu hayattın en ince telinde öten muhabbet kuşlarının aşk çığlıkları ve altında dans eden akbabaların zafer sarhoşluğu. Belki de kaybolan çocukluğumun umutlarıydı sonbaharın yaprak dökümü...
Hazan mevsiminin başlangıcıdır sonbahar. Ve bununla birlikte gökyüzünden hüzünler, tatlı esintilerle üşümeye başlar bedenlerimiz sevgilerin-Aşkların yitirildiği, bedenlerin toprağa düştüğü Mezopotamya coğrafyasında. Yitirilmişliklerin hüznü kat kat artar yüreklerimizde soğuk nefesini his etmeye başlarız o hüzünlü hazan mevsimlerinin...
Bizler nice kışlar, nice baharlar yoğurduk ömrümüze, ömrümüz de o anlarla yoğruldu. her geçen mevsimin diğerini arattığı gibiydi bastırılan duygularımız. doğadaki müthiş denge ise kendi aklına şaşıyordu. Az ötede bir kaç delikanlı hala o uzun yaz günlerinin rehavetinde, mevsimlere değil dünya'ya bile aldırış etmeden yürürken, kurumuş yaprakların renginden ve ayaklarına dolanan yaprak hışırtılarından bile habersiz, birbiriyle neşe içinde derin bir sohbete dalmışlardı.
Eski evimizin bulunduğu sokağın arkasında uzun bir yol vardı, Buraya değirmen yolu deniliyordu eskiden ve sonbaharda ağaçların yapraklarını dökmesiyle birlikte muhteşem bir manzara ile karşı karşıya kalıyorduk,saatler sürerdi o karşılıklı mağrur bakışmalarımız.
Ve yeniden mevsim sonbahar kızıla boyanmış o güzelim yeşil vadiler üzgün, suskun ve çaresiz. dökülen yapraklar bir annenin çocuğunu kucaklaması gibi perdeliyordu; toprağı, suyu, dağı taşı.
Sonbahar neden böyle her şeye küsmüş, yaprak dala küs, ağaç toprağa, renkler insana... tabi ki güzeldi bir mevsim boyu dalında sallanan yaprağın gülüşleri, her rüzgar estiğinde gülüyordu yaprak, gamzeleri iyice çukurlaşıyordu, yeşil yapraklarında, hiçte belli etmiyordu rüzgarda bizi serinletirken, içindeki ölüm korkusunu oda biliyordu bir gün ve bir sonbahar rüzgarının onun Azrailli olacağını ama yinede umursamıyordu anı yaşarken yaprak.
Bugün ise mevsim sonbahar ve oradan oraya sürükleniyor, hüzünleniyor cansız bedeni, ince zamanlara dem tutuyor yüreği, Artık ruhu ebedi yolculuğa çıkıyor yaprağın, Ağaç ise dimdik ve ayakta ama soyulmuş bedeni ve içten içe toprağa akıtıyor gözyaşlarını. Bize göstermeden, hissettirmeden hey gidi koca çınar hey...
Nasıl da duymamışız o sessiz hıçkırıklarını ve her mevsim bir sevgili için nehir edip akıttığın gözyaşlarını...
Bir tek acıların seni olgunlaştırdığına tanık olmuşuz. Yüzündeki çizgilere bakarak ve yıllara nasıl meydan okuduğunu görmüşüz sadece haritaları anımsatan o hüzünlü gövdende biriken acılarını... Ama görmemişiz her mevsim sonu içinde akan ırmağı fark etmemişiz. Gözyaşları içinde toprağa verdiğin duvaksız gelinleri...
saygılarımla.