90lı yıllarda Silvan’da sıradan bir hayat sürdürmek dahi zorken, çocuk olmanın ayrı zorlukları vardı. Yolda yürürken bir anda enseye sıkılan bir kurşunla yere düşen bir kimseyi görerek; dar sokaklarda göğe doğru yankılanan oy hawar seslerini duyarak; cansız yerde yatan bedenleri kanlı canlı rüyalarda hissederek Silvan’da büyümek.. Zordur velhasıl Silvan’da çocuk olmak..
''En azından 2000 yıllık geçmişini bilmeyen insan günü birlik yaşayan insandır.''
İnsanın kendi tarihini bilmemesi, kendi kültürünü yaşayamaması, kendi dilini konuşamaması ne kadar kötü bir şeydir. Ya da bütün bunlardan uzaklaştırılması için akla gelebilecek bütün kötülüklere maruz bırakılması.. Öyle kötülükler ki, yapan kendini haklı gördüğü için bütün yaptıklarını da mubah görür. Bunun için başvurmadığı hile, başvurmadığı yok etme silahları olmaz.
Oysa bütün bunlara maruz kalan insanların özünü, kendini yaşama hakkı yok mu? Kendi çocuklarına kendi kültüründen bir şeyler vermeye, çocuğun çocuk gibi büyümeye hakkı yok mu?
Bir coğrafya ve bu coğrafya da yaşayan bir halk düşünün. Öyle bir coğrafya ki her karış toprağı buram buram tarih kokuyor. Toprağına hayat veren akarsuları ve tadına doyum olmaz doğasıyla... Bir çok medeniyete beşiklik yapmış.
Bu halk, coğrafyasının ve ikliminin sertliğini hayatına da yansıtmıştır.
Bu halkın, yasaklarla örülü bir dünyada doğan çocuklarını düşünün. Bu yasaklar yaşamlarının her enstantanesine yansıyacaktır. Bu çocuklar silahların gölgesinde, çatışmaların ortasında, atalarının bu yasaklara karşı verdiği isyanlarını bütün hücrelerinde hissederek büyürler ve büyürler. Ve bu çocuklar büyüdükçe aynı yasaklar kendi hayatlarını da biçimlendirmeye başlar
Kendi dilinden konuşması yasak...
Kendi dilinde türkü söylemesi bile yasak...
Kendi kültürünü hayatına yansıtması yasak...
Okul çağına geldiğinde de bilmediği bir dille tanışır. Kendi tarihinin ve kültürünün dışına da bir tarihle ve kültürle zoraki tanıştırılır. Ve kendi kültürleri ile yeni tanıştığı kültür arasında, kendi öz dili ile yeni tanıştığı dil arasında gel gitler yaşar.
Çocuklar büyüdükçe yasaklar daha da fazla ve ağır bir biçimde hissederler. Ama önlerinde iki
Bir taraftan hayatını cezbeden güzelliği diğer taraftan ölümün insanı titreten soğuğu. Atalarının bu iki olgu arasındaki tercihlerini genelde ölümden yana kullandıklarını gören çocuklara da pek fazla bir şans tanınmamakta. Tabi ki yaşamak isterler ama bu yaşamak isterler ama bu yaşamak denilen olgunun da birçok güzelliğinden yararlanamayacaklarını artık öğrenmişlerdir. Tıpkı ataları gibi ölümlerle örülü isyana katılmaya karar verdikleri anda ölümü enselerinde hissetmeye başlarlar. En yakınlarının ölümüne şahit olmaya başlayarak...
Yasaklar…