İhsan Yılmaz
Köşe Yazarı
İhsan Yılmaz
 

SAVAŞ ,KAN, GÖZYAŞI

Savaş, acı, kan, gözyaşı ve yıkım demektir. Hiçbir savaşın kazanımı yoktur. Bu yıkımlarla beraber açlık, yoksulluk, sefalet ile birlikte kirlilik ve kötülükler baş göstermeye başlar. Uçaklar, tanklar, toplar, ölümcül savaş teknolojilerinin birikiminin sonucu başka ne olabilir? İnsanların  refah içinde yaşaması için mücadele edilmesi gerekirken kitle imha silahları ile soykırıma uğratmak her türlü öldürmeyi amaçlamak insanlığa karşı en büyük günah değil midir? Barış, eşitlik, özgürlük, adalet, kişilik haklarına saygı gösterilerek elde edilir. Konuya İslami açıdan baktığımızda; savaşta bile insan onuruna saygı gösteren İslam, müslümanları esirlere karşı da merhametli olmaya çağırır. Peygamberimiz, ‘Esirlerinize iyilikle davranınız!’ demiştir. Bedir Savaşı’nda alınan esirlere iyilikle ve saygılı bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Müslümanlar da bu emre uyarak yiyecek konusunda esirlere öncelik tanımışlardır. Savaş esirleri konusunda İslam’ın esirlere tam bir serbestlik verdiğini Kuran göstermektedir: ‘Nihayet onların gücünü kırdığınız zaman artık bağı sıkı tutun (onları öldürmeden ve yaralamadan tutsak edin). Ondan sonra ya iyilik yapın (karşılıksız, serbest, özgür bırakın) yahut fidye alın.’ (47, 4). Hz. Peygamber birinci yolu seçmiştir. Peygamberimiz de asırlar öncesinden bu konuda insanları uyarmış, savaş esirlerine işkence yapandan davacı olacağını bildirmiş ve savaşa çıkan ordusuna şu nasihatti vermişti: ‘Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz. İnsanların organlarını kesmek suretiyle işkence yapmayınız. Çocukları, manastırlarda oturan din adamlarını öldürmeyiniz.’ (Ebu Davud, Cihad 120). Osmanlı İmparatorluğu’nun adalet götürdüğü ülkelerdeki uygulamalar birer örnektir. Şu anda Savaş Suçları Mahkemesi’nde mahkûm olan Miloseviç’in Bosna’da yaptığı işkenceler hálá dimağlarımızda diri durmaktadır. Aynı topraklara adalet götüren ve halkı zalimlerden, diktatörlerden kurtarmak isteyen Fatih Sultan Mehmed’in 1478 tarihli fermanı (şu anda FOJNİCA’daki Fransisken Kilisesi’nde muhafaza edilmektedir) insan haklarına ve dini liderlere verilen önemi nedeniyle birer ibret vesikasıdır. Fatih Sultan Mehmed bu fermanda şöyle demiştir: ‘Ben Fatih Sultan Mehmed, bütün dünyaya ilan ediyorum ki: Kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır. Emrediyorum, hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar. Ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgürlük ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler. Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkarlarımdan, ne de imparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir. Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.’ belirtmiştir. İşkence yapan ve yaptıranın insani değerlerinden söz edilemez. Irak’ta görev yapan Tuğgeneral Mark Kimmit’in, bir röportajında söyledikleri halen hafızalarımızda, umarım Suriye'de bulunan askerlere de güzel bir nasihat olur. ‘Resimleri gördüğümüzde dehşete düştük. Bunlar bizim askerlerimiz, bunlar bizim her gün çalıştığımız kişiler ve diğer askerlere haksızlık ettiler. Biz askerlerimizin düşman tarafından yakalandığı takdirde iyi muamele edilmesini bekliyoruz. Eğer biz esirlere saygılı ve onurlu davranarak bir örnek teşkil edemezsek, diğer uluslardan bizim askerlerimize böyle davranmalarını isteyemeyiz.’ diye ifade etmişti. İnsanlık tarihine baktığımız en çok savaşların yaşandığı Ortadoğu coğrafyası acıyla, kanla, gözyaşı ile, savaşlarla yazılmış bir tarih. Bu, savaş nedir konusunda ziyadesiyle deneyim sahibi olmamızın en büyük gerekçesi. Ülkemizin bir parçası olduğu bölgenin tarihi de etnik, mezhepsel ve politik savaşlarla, çatışmalarla yazılmış bir tarih ve halen de öyle. Bunun, emperyalist güçlerin, bölgesel güçlerin egemenlik hesaplarının kaynaklık ettiği bir tablo olduğunu da eklemek gerek. Ülke olarak yaşadığımız tarihi deneyimler de var elbette. Etnik, dini çeşitliliğiyle değerli, anlamlı bir ülkede yaşıyoruz ama siyasi kutuplaşmaların bu "farklılıkları" da istismar ederek yürüttüğü kutuplaşma politikalarının olumsuz etkileri barış içerisinde bir arada yaşama özlem ve çabamız üzerinde koyu bir gölge... Uçaklar, tanklar, toplar, ölümcül savaş teknolojileri var, ama sonuçta insanlar savaşacak ve insanlar ölecek... Ne denli "siviller konusunda hassasız" denilse de sivil insanlar ölecek... Sağ kalanlar göç yollarına düşecekler, aç kalacaklar, perişan olacaklar... Ve bir "zafer" de olmayacak. Etkileri kimsenin kestiremeyeceği uzun bir vadeye yayılan yeni savaş ve çatışma tohumları ekilecek... "Savaş", "güvenlik", "terör" uzmanlarının bize söylemedikleri savaşın asıl yüzü işte bu... Acı, kan, gözyaşı, yıkım... Oysa "diplomasi" diye bir seçenek de var. "Barış" diye bir seçenek de var. Savaş, sadece başka hiçbir ihtimal veya seçeneğin olmadığı meşru müdafaa şartlarında bir mecburiyet olabilir. Tercihini savaştan, yani ölümden, yıkımdan değil barışçıl çözümlerden yana kullanmak, sadece bir erdem değil aynı zamanda tarihe ve geleceğimize yönelik büyük bir sorumluluk konusudur. Savaşta egemen güçler zafer naralarıyla göbeklerini kaşırken ölüm çığlıkları kulakları sağır eder duruma geliyor. İnsanlığa insan türüne ve toplumuna karşı her birimizin sorumluluğumuzu hatırlamamız savaşa karşı barışı ve yaşamı savunmamız gerekmektedir. Aksi halde bu savaş bir gün hepimizi saracak. BARIŞ HEMEN ŞİMDİ Yazımı BERTOLT BRECT in şiiriyle bitirmek istiyorum. Akşam savaş alanına çöktüğünde Düşmanlar yenilmişti Telgraf tellerinin tınıları Haberi uzaklara taşıdı Dünyanın bir ucunda için için yandı Bir haykırış, gök kubbede parçalanarak Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan Ve esrik, göğü aşan. Bin dudak ilençle soldu Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı. Dünyanın bir başka ucunda Bir sevinç, gök kubbede parçalanarak Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık Rahat bir soluklanma, gerinme Bin dudak eski bir duayı söyledi Bin el inançla birleşti. Gecenin geç saatlerinde Sayıyordu telgraf telleri Savaş alanında kalan ölüleri O zaman dost ve düşman sessizleşti.   Yalnız analar ağladı Her iki yanda.
Ekleme Tarihi: 27 Ekim 2023 - Cuma
İhsan Yılmaz

SAVAŞ ,KAN, GÖZYAŞI

Savaş, acı, kan, gözyaşı ve yıkım demektir. Hiçbir savaşın kazanımı yoktur. Bu yıkımlarla beraber açlık, yoksulluk, sefalet ile birlikte kirlilik ve kötülükler baş göstermeye başlar.

Uçaklar, tanklar, toplar, ölümcül savaş teknolojilerinin birikiminin sonucu başka ne olabilir? İnsanların  refah içinde yaşaması için mücadele edilmesi gerekirken kitle imha silahları ile soykırıma uğratmak her türlü öldürmeyi amaçlamak insanlığa karşı en büyük günah değil midir?

Barış, eşitlik, özgürlük, adalet, kişilik haklarına saygı gösterilerek elde edilir. Konuya İslami açıdan baktığımızda; savaşta bile insan onuruna saygı gösteren İslam, müslümanları esirlere karşı da merhametli olmaya çağırır.

Peygamberimiz, ‘Esirlerinize iyilikle davranınız!’ demiştir. Bedir Savaşı’nda alınan esirlere iyilikle ve saygılı bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Müslümanlar da bu emre uyarak yiyecek konusunda esirlere öncelik tanımışlardır.

Savaş esirleri konusunda İslam’ın esirlere tam bir serbestlik verdiğini Kuran göstermektedir: ‘Nihayet onların gücünü kırdığınız zaman artık bağı sıkı tutun (onları öldürmeden ve yaralamadan tutsak edin). Ondan sonra ya iyilik yapın (karşılıksız, serbest, özgür bırakın) yahut fidye alın.’ (47, 4). Hz. Peygamber birinci yolu seçmiştir.

Peygamberimiz de asırlar öncesinden bu konuda insanları uyarmış, savaş esirlerine işkence yapandan davacı olacağını bildirmiş ve savaşa çıkan ordusuna şu nasihatti vermişti: ‘Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz. İnsanların organlarını kesmek suretiyle işkence yapmayınız. Çocukları, manastırlarda oturan din adamlarını öldürmeyiniz.’ (Ebu Davud, Cihad 120).

Osmanlı İmparatorluğu’nun adalet götürdüğü ülkelerdeki uygulamalar birer örnektir. Şu anda Savaş Suçları Mahkemesi’nde mahkûm olan Miloseviç’in Bosna’da yaptığı işkenceler hálá dimağlarımızda diri durmaktadır. Aynı topraklara adalet götüren ve halkı zalimlerden, diktatörlerden kurtarmak isteyen Fatih Sultan Mehmed’in 1478 tarihli fermanı (şu anda FOJNİCA’daki Fransisken Kilisesi’nde muhafaza edilmektedir) insan haklarına ve dini liderlere verilen önemi nedeniyle birer ibret vesikasıdır.

Fatih Sultan Mehmed bu fermanda şöyle demiştir:

‘Ben Fatih Sultan Mehmed, bütün dünyaya ilan ediyorum ki: Kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır. Emrediyorum, hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar. Ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgürlük ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.

Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkarlarımdan, ne de imparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.

Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.’ belirtmiştir.

İşkence yapan ve yaptıranın insani değerlerinden söz edilemez. Irak’ta görev yapan Tuğgeneral Mark Kimmit’in, bir röportajında söyledikleri halen hafızalarımızda, umarım Suriye'de bulunan askerlere de güzel bir nasihat olur. ‘Resimleri gördüğümüzde dehşete düştük. Bunlar bizim askerlerimiz, bunlar bizim her gün çalıştığımız kişiler ve diğer askerlere haksızlık ettiler. Biz askerlerimizin düşman tarafından yakalandığı takdirde iyi muamele edilmesini bekliyoruz. Eğer biz esirlere saygılı ve onurlu davranarak bir örnek teşkil edemezsek, diğer uluslardan bizim askerlerimize böyle davranmalarını isteyemeyiz.’ diye ifade etmişti.

İnsanlık tarihine baktığımız en çok savaşların yaşandığı Ortadoğu coğrafyası acıyla, kanla, gözyaşı ile, savaşlarla yazılmış bir tarih. Bu, savaş nedir konusunda ziyadesiyle deneyim sahibi olmamızın en büyük gerekçesi. Ülkemizin bir parçası olduğu bölgenin tarihi de etnik, mezhepsel ve politik savaşlarla, çatışmalarla yazılmış bir tarih ve halen de öyle. Bunun, emperyalist güçlerin, bölgesel güçlerin egemenlik hesaplarının kaynaklık ettiği bir tablo olduğunu da eklemek gerek. Ülke olarak yaşadığımız tarihi deneyimler de var elbette. Etnik, dini çeşitliliğiyle değerli, anlamlı bir ülkede yaşıyoruz ama siyasi kutuplaşmaların bu "farklılıkları" da istismar ederek yürüttüğü kutuplaşma politikalarının olumsuz etkileri barış içerisinde bir arada yaşama özlem ve çabamız üzerinde koyu bir gölge...

Uçaklar, tanklar, toplar, ölümcül savaş teknolojileri var, ama sonuçta insanlar savaşacak ve insanlar ölecek... Ne denli "siviller konusunda hassasız" denilse de sivil insanlar ölecek... Sağ kalanlar göç yollarına düşecekler, aç kalacaklar, perişan olacaklar... Ve bir "zafer" de olmayacak. Etkileri kimsenin kestiremeyeceği uzun bir vadeye yayılan yeni savaş ve çatışma tohumları ekilecek... "Savaş", "güvenlik", "terör" uzmanlarının bize söylemedikleri savaşın asıl yüzü işte bu... Acı, kan, gözyaşı, yıkım... Oysa "diplomasi" diye bir seçenek de var. "Barış" diye bir seçenek de var. Savaş, sadece başka hiçbir ihtimal veya seçeneğin olmadığı meşru müdafaa şartlarında bir mecburiyet olabilir. Tercihini savaştan, yani ölümden, yıkımdan değil barışçıl çözümlerden yana kullanmak, sadece bir erdem değil aynı zamanda tarihe ve geleceğimize yönelik büyük bir sorumluluk konusudur.

Savaşta egemen güçler zafer naralarıyla göbeklerini kaşırken ölüm çığlıkları kulakları sağır eder duruma geliyor. İnsanlığa insan türüne ve toplumuna karşı her birimizin sorumluluğumuzu hatırlamamız savaşa karşı barışı ve yaşamı savunmamız gerekmektedir. Aksi halde bu savaş bir gün hepimizi saracak.

BARIŞ HEMEN ŞİMDİ

Yazımı BERTOLT BRECT in şiiriyle bitirmek istiyorum.

Akşam savaş alanına çöktüğünde

Düşmanlar yenilmişti

Telgraf tellerinin tınıları

Haberi uzaklara taşıdı

Dünyanın bir ucunda için için yandı

Bir haykırış, gök kubbede parçalanarak

Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan

Ve esrik, göğü aşan.

Bin dudak ilençle soldu

Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.

Dünyanın bir başka ucunda

Bir sevinç, gök kubbede parçalanarak

Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık

Rahat bir soluklanma, gerinme

Bin dudak eski bir duayı söyledi

Bin el inançla birleşti.

Gecenin geç saatlerinde

Sayıyordu telgraf telleri

Savaş alanında kalan ölüleri

O zaman dost ve düşman sessizleşti.

 

Yalnız analar ağladı

Her iki yanda.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve malabadigazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.