Son dönemde sıyaset sahnesinde yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin geleceği için kritik bir dönemeci işaret ediyor. Özellikle Devlet Bahçeli'nin çağrısıyla başlayan ve DEM Parti'nin temaslarıyla şekillenen bu süreç, Abdullah Öcalan'ın silah bırakma çağrısıyla yeni bir boyut kazandı.
PKK'nin tarihsel bağlamda doğuşu ve gelişimi, 20. yüzyılın sert koşullarında biçimlenmiş olsa da, çağın değişen dinamikleri artık farklı bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Reel-sosyalizmin çöküşü, kimlik politikalarındaki değişimler ve özgürlük alanlarının genişlemesi, PKK'nin varoluş gerekçelerini de tartışmalı hale getirmiştir. Bu bağlamda, silah bırakma ve demokratik siyasete entegrasyon çağırısı önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir.
Türk ve Kürt halklarının bin yılı aşkın bir süredir ortak bir yaşam kurduğu gerçeği, bugün de anlamlı bir yol haritası sunmaktadır. Ancak son iki yüzyılda kapitalist modernitenin ve tek tipçi yaklaşımların etkisiyle bu birliktelik derin yaralar almıştır. Bu noktada önemli olan, tarihsel kardeşlik ruhunu yeniden tesis edebilecek bir demokratik zemin yaratabilmektir. Zira, silahların sustuğu ve fikirlerin konuştuğu bir ortam, her iki taraf için de uzun vadeli bir kazanç olacaktır.
Demokrasi, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını şekillendirecek temel unsurdur. Bu bağlamda, demokratik siyaset kanallarının açık tutulması ve toplumsal taleplerin şiddet dışı yollarla dile getirilebilmesi kritik bir husustur. Ayrı ulus-devlet, federasyon ya da idari özerklik gibi çözüm önerileri tarihsel ve sosyolojik gerçeklerle tam anlamıyla örtüşmemektedir. Bunun yerine, herkesin kimliğini özgürce ifade edebildiği ve siyasal katılım hakkına sahip olduğu bir demokratik toplum modeli inşa edilmelidir.
Öcalan'ın silah bırakma ve PKK'nin kendini feshetme çağırı, bu kapsamda tarihsel bir önem taşıyor. Devletin ve toplumun bu sürece olumlu ve yapıcı bir yaklaşım sergilemesi, kalıcı bir barışın tesis edilmesi için elzemdir. Silah bırakmanın sadece bir tarafın sorumluluğu olmadığını, devletin de demokratik reformlar konusunda samimi adımlar atması gerektiğini görmek gerekiyor.
Son olarak, bu süreci sadece bir şahıs ya da siyasi aktörler üzerinden okumak eksik olur. Barış ve demokratik bir toplum, ancak halkın geniş kesimlerinin katılımıyla gerçekleşebilir. Şimdi şiddet ve gerginlik dönemini geride bırakıp, ortak yaşamı daha güçlü kılacak bir diyaloğun kapılarını açma zamanıdır.