Ortadoğu’da süregelen güç mücadelesi, yalnızca bölgesel devletlerin değil, küresel güçlerin de politik manevralarıyla şekillenmeye devam ediyor. Özellikle Türkiye ve İran gibi “kilit devlet” rolü üstlenen ülkelerin, bu rolün gerekliliklerini yerine getirme konusunda yetersiz kalışı, bölgedeki dinamikleri daha karmaşık hale getiriyor. Hasan Bildirici’nin analizinden esinlenerek ele aldığımız bu yazıda, Ortadoğu’nun kırılgan yapısında Kürt ve Kürdistan sorununun nasıl bir rol oynadığına, devletlerin bu meseleye yaklaşımındaki çelişkilere ve bölgedeki güç dengelerine değineceğiz.
Öcalan Hamlesinin Arkasındaki Niyet
Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı apar topar gündeme taşıyarak meclise çağırması, yüzeyde Kürt sorununun çözümü gibi lanse edilse de altında daha farklı bir niyet yatıyor. Bu hamlenin zamanlaması, Türkiye’nin Rojava’ya yönelik planları ve bölgedeki diğer gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde, Kürt sorununa yönelik kalıcı bir çözümden ziyade stratejik bir adım olarak görülüyor. Türkiye’nin, Heyet Tahrir El-Şam (HTŞ) gibi örgütlerin Suriye rejimine yönelik saldırı planlarına verdiği örtülü destek ve Rojava üzerindeki hesapları, Ankara’nın esas niyetinin kardeşlik değil, bölgeyi kontrol altına alma arzusu olduğunu gösteriyor.
Ortadoğu’daki Yeni Dengeler ve Rusya’nın Rolü
Suriye’deki gelişmeler, Rusya’nın bölgedeki artan etkisini bir kez daha ortaya koyuyor. Beşar Esad ailesinin Rusya’ya iltica başvurusunda bulunduğu iddiaları, Suriye rejiminin iç dinamiklerinde bir çözülme olduğuna işaret ederken, Rusya’nın Ortadoğu’daki arabulucu rolünü güçlendiriyor. Bu durum, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin kırılganlıklarını daha da görünür kılıyor. Her iki ülke de, Kürdistan meselesinde tarihi hatalar ve çelişkilerle yüzleşmeye devam ediyor. Ancak, doğanın ve toplumların değişim kanunlarının acımasız olduğunu ve bu hataların uzun vadede ağır bedellerle sonuçlanacağını görmezden gelmek, bu devletleri daha büyük çıkmazlara sürüklüyor.
Kürt Sorununa Stratejik Yaklaşımın Sonuçları
Kürt ve Kürdistan sorunu, yalnızca Kürtlerin değil, bölgedeki tüm halkların kaderini belirleyen bir mesele haline gelmiştir. Ancak, bu soruna art niyetli ve manipülatif bir şekilde yaklaşan devletlerin politikaları, bölgedeki çatışmaları daha da derinleştiriyor. Türkiye’nin, Rojava üzerindeki hesapları ve Esad rejimine yönelik örtülü planları, kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli istikrarsızlık yaratma potansiyeline sahip. Bu durum, hem Türkiye’nin hem de İran’ın “kilit devlet” olma pozisyonunu tehlikeye atıyor.
Kilit Devletlerin Çıkmazı
Ortadoğu’da “kilit devlet” olmak, yalnızca jeopolitik bir konumdan ibaret değil; aynı zamanda, bu konumun gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmek anlamına geliyor. Ancak, Türkiye ve İran gibi ülkelerin Kürt sorununa yönelik yaklaşımları, bu sorumluluğu yerine getirmekten uzak görünüyor. Bu durum, bölgedeki diğer aktörlerin elini güçlendirirken, kilit devletlerin kendi iç sorunlarını büyütüyor.
Ortadoğu’daki dinamikler hızla değişirken, tarihsel gerçeklerin ve bölgesel dengelerin dikkate alınmadığı her politika, geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilir. Hasan Bildirici’nin de belirttiği gibi, doğanın ve toplumların kanunları kimseye ayrıcalık tanımaz. Kürt ve Kürdistan sorunu, yalnızca bölgedeki devletlerin değil, küresel aktörlerin de daha adil ve çözüm odaklı politikalar geliştirmesini gerektiren bir mesele olarak karşımızda duruyor. Bugün Ortadoğu’da esen bu değişim rüzgarları, bölgenin geleceğini şekillendirecek ve hem devletlerin hem de halkların kaderini belirleyecektir.