Ürküyorum gecenin zifiri karanlığından, yürüdüğüm yollarda ürkek adımlarla zor bela ulaşmıştım isimsiz sokağın başına, kan kokuyordu. Sokak lambaları yanmıyordu, çığlıklar yükseliyordu mahallenin orta yerinden, sonra çocukların mavi gülüşleri geldi aklıma ve kadınların çıplak ağıtları, nihayetinde senin gülüşlerini fark ettiğimde ise zaman çok geçti. Dönüşü olmayan bir dar sokağın orta yerinde yatıyordu masum çocukların cansız bedeni. Kim bilir bu kaçıncı faili meçhulün kanlı cinayetiydi. Kaç masum insanın canına kıymışlardı. Kaç cana daha kıyılacaktı, namlunun ucundaki son kurban kimdi? Ben de bir failli belli bir cinayetin kurbanı mı olacaktım yoksa. İçimdeki korkunun gittikçe büyüdüğünü dizlerim titreyince anladım. Ellerim titriyor, bedenim üşüyordu, bir ölüden farksız düşünceler beynimi kemiriyordu. Düşünemiyorum bunları, yok bu böyle gitmeyecek, senli düşüncelere dalmalıyım, sen benim en güzel zamanımsın. Senin gidişinin ardından, sensizliğin çok zor olacağını biliyordum, sensiz zamanın geçmeyeceğini, her günümün acılar içinde geçeceğini biliyordum. Zamansız vaktin gidişleri çok canların yandığını hep hikâyelerde okuyordum. Ne ilk giden sensin neden, ilk acı çeken benim, her kışın ardından, nasıl baharsa, her yaşanan acının sonunda, mutluluk vardır. Herkese inat direndim, yaşanmamışlıkların sadece güzel bir hatırası kalır insanın yüreğinde, güzel günlerin, baharı yeniden yaşamak için, güzel insanlarla, güzel yüreklerde var olma zamanıdır şimdiki zaman.
Epey zaman geçmişti, sensizliğin hayat filminin yönetmeni olmuştum, kötü karakterli oyuncuları tarafından beynim istilaya uğramışçasına, kötü düşüncelerden yok ediliyordu. Kötü karakterin oyuncularının her biri kendine ayrı bir rol biçmiş, kendi dünyalarında seçtikleri kötü oyunu diledikleri gibi sahneliyordular. Herkesin ayrı bir dünyası, bu dünyada kendi hâkimiyetlerinin peşindeydiler, biz diye bir şey yoktu artık. Zamana yenildik, tecavüze uğramış genç bir kadının hayalleri gibi yok edildik. Kimse de acıma duygusu diye bir şey kalmamıştı.
Yok, yok bu böyle gitmiyor. Zaman kahpeleştikçe kahpeleşiyor. Çirkeflik diz boyu, namertler her köşe başında maskeli dolaşıyorken, ben seni kaybettiğim sokağın dibinden geçerek uzaklaştım bir daha arkama bakmadan, geride bıraktığımız toplumda yaşayan kadınların yeni doğurduğu çocuklar Moğol zulmüne uğramış bir bir yok edilmişlerdi. Savaş büyüdükçe büyümüş, Mezopotamya'nın kadim topraklarında çirkinleştikçe çirkinleştiriliyordu. Savaşın kural ve merhametin kaybolduğu bu topraklardan ayrılmasının vakti gelmişti. Çocuk katliamları, kadın tecavüzleri, mallarına el koyma, anlayacağınız talanlar başlamıştı. Malları çalanlar kendilerince ganimette sahip çıkıyorlardı. Kadınların sesiz çığlıkları karşısında, sessiz kalan kapı komşular, adeta üç maymunları oynuyorlardı. Bu filimin burada bitmeyeceği belliydi. Dünyanın hiç bir yerinde savaşın galibi olmadığı gibi yüreğimin orta yerindeki savaşında galibi yoktu. Kaybeden hep iyiler oldu, Kazananlar ise kötüler oldu.