Bir ilkbahar Sabah’ıydı yine düştüm ölümün kol gezdiği yollara, ilk duraktı benim çocukluğumun geçtiği sokak aralarında ürkek adımlarla dolaşmaya başlamıştım. Ve aşk alnında doğrulan çocuk dudaklarıydı, kumral teniyle, Bahar’ın ardından gelen kavurucu yaz sıcağının ortasında esen “BORAN” fırtınaların estiği kadim Mezopotamya toprakların, yerle bir edilirken, Moğolların tecavüzüne uğramış bir bakir rahibe gibi acı çekiyor bedenim.
Yükseliyor toz, dumanları bulutlara karışıyor gökyüzündeki bulutlara dans edercesine şimşekler çakıyor top seslerine karışıp kayboluyor insanlığın var olduğu topraklarda, feryat figanlar, acı gözyaşı, sevginin yok olduğu, kardeşliğin bittiği kirli senaryoların yönetmenleri yine işe koyulmuştu, kötü karakterlerini oynamaya, geçmişten geleceğe süre gelen inkârcı bir anlayış hâkimdi. Kötü karakterli senaristlerin ürettiklerini sahnelerken, Mezopotamya’da yaşanan bu vahşetleri de gözler önüne serilmişti. Ve sevgili sen kaç zaman oldu, çocukluğumuzun geçtiği, kötü karakterli senaristlerin sergilediği kaç yıl oldu gidişinin ardından…
Sevgili ve sen kaç sokak ötede bekledin dünyanın güzelliklerini yaşamak için, şimdiler de ben sensizliğin baharını yaşıyorum kanlı toprakların çatışmaların ortasında, yaşlı ve yorgun bedenler siper olmuş fidanlar toprağa dökülmesin diye…
Gidişinin ardından kaçak bir ruh haliyle yudumladım kaçak çayı, yaşadım diye bilmekse sensiz geçen günlerim, hayatımın en acımasız günleriydi yaşadıklarım. İnsanın insanı sattığı bu çirkin dünyada satılacak başka bir şey kalmamıştı. Oysa biz aşkımız için mücadele verirken, insanlar da başka aşkları için adam satmaya başlamışlardı. Yine bir kasvetli bahar havasıydı sokağınızdan geçerken kapınıza ilişti gözlerim, hani kırmızı şapkan vardı ya, takınca kapana mahallenin tüm gençleri hayranlıkla bakardı, gözleriyle taciz ederlerdi beynini, sen aldırış etmeden yoluna devam edip, diğer mahallenin köşesini dönerdin.
İşte o köşe başında bekledim ve seni dün gece yaşadığım bunca acılardan sonra ve sen yoktun, geçmedin bir daha o köşeden kimse taciz etmiyordu artık beynini ruhların satıldığı bu coğrafyada beyinler çokta satışa sunulmuştu. Sonralar alıştım yokluğuna, gittiğin o yıllara dönmüştü bu kadım topraklar. Kardeşin kardeşi vurduğu, amca, dayıların yeğenlerini sattığı bu kahpe dünyada savaşın hüküm sürdüğü, ölümün kol gezdiği sokaklara dönüşmüştü aşk sokaklarımız. Kırmızı güller yerine mermiler uzatılıyordu sevgiliye, tıpkı katilin cellâdına âşık olduğu gibi, artık kardeş kardeşi satıyordu. Ve sokalar da yürüyorum, ölümlerin yaşandığı mahallemizin arka sokaklarında küçük çocukların gözlerinde yakaladım masumiyeti, teslimiyetsiz bir bakıştı gözlerimin içine dalan küçük bakışlar, oysa bu coğrafyada büyümenin, çocuk olmanın ne kadar zorlu bir yaşam olduğunu anımsattı o küçük bakışlar.