Tatvan’da Nemrut Krater Gölü'nde çadırımı kurup, doğanın kalbinde uyandım. Uyku az oldu ama yaşadığım her an paha biçilemezdi. Ateşimin sıcaklığı, kahvemin kokusu ve gökyüzünün büyüleyici manzarasıyla unutulmaz bir sabah yaşadım.
Sabahın ilk ışıklarında ateş yakıp, doğanın ortasında kahvaltımı yaptım. Bu deneyim, hayatıma farklı bir bakış açısı kattı. Çünkü doğayı tanıdıkça kentlerde yaşadığımız kavgaların ve bitmek tükenmek bilmeyen yaşam telaşımızın anlamsızlığını hissettim.
Nemrut Krater Gölü'nde kendimi evrenin sonsuz bir parçası gibi hissettim. Güçsüz ve savunmasız bir parça. Hayvanların gücüne karşı korkan, doğanın çıkardığı sesler ile daha fazla korkan bir parçaydım.
Şehirlerde sahip olduğumuz özgüven ve güçlü olma hissi burada yoktu. Şehirlerde topluluklar halinde yaşadığımız için çok cesuruz ve her şeyi biliyoruz. Peryodik olarak lafta sokuyoruz. Kısa cümleler kurarak bilgeliğimizi ispat etmeye çalışıyoruz. Hatta kimisi çok saçma ve çok gereksiz canlılar olduklarını ispatlamak için gidip bankadan kredi bile çekiyorlar. Bu kadar cehalet yetmiyor. Hiçbir zamanda yetmeyecek.
Şehir ve kentlerde kükreyen insancıklar doğada o gücü kesinlikle kendilerinde bulamazlar. Bir çalının sesi, uzaklardan gelen bir yaban hayvanının sesi bile insanın cesaretini kırıyor ve insanın her şeyi bilirim ukalalığı da sıfırlanıyor. Burada topluluklar yok, çokbilmiş ve çorbada tuzum olsun diyen politik arkadaşlarınızda yok, anne yok, kardeş yok, dost yok ve gerekli yâda gereksiz akraba da yok. Polis hiç yok. GSM çalışmıyor. Kentlerde kazanım olarak gördüğümüz. Bir şey burada yok oluyor. Akademiniz, davanız, saçma sapan otopark kavgalarına dair deneyimleriniz burada hiçbir işe yaramıyor. Burada doğanın en zayıf halkası olduğunuzu rahatlıkla görebilirsiniz. Doğanın gücüne teslim oluyorsunuz. Çaresiz bir canlı olma deneyimi yaşamak çok harika bir şeydi.
Spinoza'nın Tanrı ile doğanın özdeş olduğunu savunduğu gibi, ben de bu gölde evrenin tüm gücünü ve ihtişamını deneyimledim. Her bir yaprak, her bir rüzgâr, evrenin dansıydı. Bu deneyim, beni evrensel bir bütünlüğe bağladı. Spinoza'nın özgürlüğün, zorunluluğun bir bilgisine sahip olmak olduğunu söylediği gibi, ben de doğanın güçleri karşısında kendimi korkak ama bir o kadarda özgür hissettim. Çünkü bu güçlerin bir parçası olduğumu biliyordum. Spinoza'nın 'Ethica'sını okurken hayal ettiğim manzarayı Nemrut Krater Gölü'nde buldum. Doğanın gücü karşısında kendimi küçük hissederken, aynı zamanda onun bir parçası olduğumu da anladım. Spinoza'nın dediği gibi, 'İnsan, doğanın bir parçası olduğu için, doğanın yasalarına uymak zorundadır.' Bende aynısını yapmak zorundaydım. Koşulsuz bir teslimiyet ile kasabını bekleyen. Çaresiz bir kurban gibi çadırıma uzandım.
Yıldızların altında, ürpertici bir sessizlik. Etraftaki yaban hayvanlarının sesleri, rüzgârın uğultusu ile birleşip ürkütücü bir senfoni oluşturuyordu. Telefon sessizde. Çadırın etrafına kükürt dökmüştüm ama işe yaramayacağını da düşünmüyor değildim. Bir ayının pençesinden daha korkutucu ne olabilirdi? Veya bir yırtıcı hayvan sürüsü? Sürüngenlerin o rüzgâr da o soğukta çarşı pazar yapacaklarını sanmadığım için onları beklemiyordum.
Gecenin bir yarısı, bir an için çadırın dışından gelen bir hareketlenmeyle irkildim. Çadırın kumaşını titreten o anlık hareketlenme, kalbimin yerinden oynamasına neden oldu. Rüzgâr zaten yeteri kadar titretiyordu ama bu şey çadırıma dayanmıştı.
Gözlerimi sımsıkı kapatıp, nefesimi tuttum. Dışarıdan gelen sesler sanki giderek yaklaşıyordu, tüylerim diken diken olmuştu. Gecenin karanlığı içinde, bir an için çadırın dışından gelen o hafif sarsıntı, tüm bedenimi korkutmaya yetmişti. Kalbim göğsümde delice çarparken, zihnimde türlü senaryolar canlandı. Acaba neydi o ses? Yavaşça gözlerimi aralayıp, çadırın fermuarını aralamaya cesaret edemedim ilk saniyelerde. Göz göze gelmek istemiyordum. Gecenin sessizliğine birden karışan o hafif hışırtı, sanki birisi çadırımı inceliyormuş gibi hissetmeme neden oldu. Rakım 2.447 m. Binlerce yıl önce yanmış ama hala aktif bir yanardağın tam ortasındayım. Ormanlar ve göller oluşmuş. Tabi ki mekanın sahipleri yaban hayvanları da orada.
Gecenin kapkaranlık loşluğunda, çadırın içindeki tek ışık kaynağı, kalbimden yükselen ürpertici bir atıştı. Birdenbire, çadırın dışından gelen o hışırdı ve çadıra dokunuş… Bana bir canavarın kükremesi gibi geliyordu. Oysa sadece bir hışırtıydı. Doğa ne güzel dalga geçiyordu benim gibi bir insancık ile…
Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atarken, tüylerim diken diken oldu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp, nefesimi tuttum. Dışarıdaki o bilinmeyen varlık, çadırı sarsarcasına yaklaşırken, ölüm korkusu damarlarımda donmuştu. Her şeye hazırdım. Acaba bu dehşet verici sesin sahibi kimdi? Yoksa bu karanlık ormanda yalnız değil miydim? Cevap hızlıca gelmişti: Tabi ki değilsin!
Çadırın fermuarını açmaya karar verdim. Meğerse rüzgârın getirdiği bir çalı parçasıymış. Doğa benimle dalga geçiyordu. Ama doğanın normali zaten budur deyip tekrar uzandım.
Yaban hayvanlarının varlığı, beni hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu. O an, insanın doğa karşısında ne kadar küçük olduğunu bir kez daha anladım. Neyse ki mekânın sahipleri bana zarar vermeden, o geceyi atlattım. Aslında kaçış planlarımda vardı. Hatta gündüz bir iki provada yapmıştım. 20 m. uzaklıkta ki kayaların olduğu bölgenin yönüne de saat 9.10 demiştim. Aracım 80 m. tahmini uzaklıktaydı. Kayalardan sonra 60 m. falan.
Sabahın ilk ışıklarında, içimde derin bir huzurla çadırımdan çıktım. Dün gece beni ürkütmüş olan rüzgârın uğultusu ve gizemli sesler artık yoktu. Doğa, adeta bir nefes almış gibi sessizliğe bürünmüştü. Kuşların melodik ötüşleri, sanki dün geceki kâbusumun ardından bana gönderilmiş birer ilahiydi. Bu tatlı sesler, içimi ısıtan bir güneş ışığı gibiydi. Sadece bir buçuk saat uyuduğum korkunç geceyi geride bırakmış, yeniden doğmuş gibi hissediyordum. O an anladım ki, doğa bazen bize en zor anlarımızda şifa olabilir.
Sabahın ilk ışıklarında ise doğanın uyanışına tanık oldum. Hızlıca yaktığım ateşin sıcaklığıyla üşüyen bedenimi ısıtırken, gözlerim bazen arkamda ki ormana bazen de karşımda ki göle doğru kayıyordu. Bu deneyim, hayatımın en unutulmaz maceralarından biri oldu.
Nemrut Krater Gölü'nde kamp yapmak, hem doğanın huzurunu hem de maceranın heyecanını yaşamak isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat. Benim gibi unutulmaz anılar biriktirmek ve kendinle baş başa kalmak istiyorsan, bu deneyimi kesinlikle denemelisin. Ben yapmadım ama siz yapın: Mobil internetin çektiği en son yerde en yakınıza ve size merak edecek birine yada birilerine konum atmayı unutmayın. Ama en yakın aktif konum 3 km’dir.
Kraterden çıkarken tam tepede yani insanın ohhh be başıma bir şey gelmedi dediği yerde karşıma benim gibi 34 plakalı lüks bir karavan jeep ile karşılaştım. Bana dur dediler. ‘Bu gece aşağıda gördüğümüz ışık sen miydin? Birde yalnızsın’ ‘Evet o bendim’ dedim. ‘Sen delimisin? Neden böyle bir şey yaptın? Biz aşağı inmek için sabahı bekledik’ dediler.