Medyanın suç haberciliği: Narin cinayeti örneği

Kolluk kuvvetlerinin zafiyet göstermesi, delillerin zamanında toplanamamasına ve soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülememesine neden oldu.

Cinayet sonrası medyanın olayı gündeme taşıması, soruşturmanın ilerlemesi açısından olumlu bir etki yaratmış olsa da medya, birçok aşamada susturulmaya çalışıldı. Medya çalışanlarının açıklamalarından, özellikle yerel halkın onlara tepki gösterdiğini, ilkokul çağındaki çocukların gazetecilere taş attığını öğreniyoruz.

Medya, cinayeti gündeme taşıyarak farkındalık yarattı, uzman görüşlerine yer verdi, kamuoyunu bilgilendirdi. Tüm bunların yanı sıra, soruşturmanın eksikliklerini ve aksaklıklarını ortaya koyarak adalet arayışına katkıda bulundu. Ancak konunun daha geniş bir perspektiften ele alınabilmesi için medyanın daha sık ve inatla sorması gereken şöyle sorular vardı:

Çocuk cinayetleri neden artıyor?

Cinayetin soruşturulması sırasında neden etkili bir adli süreç işletilemedi?

Adli süreçte nelere dikkat edilmeli?

Deliller düzgün bir şekilde toplanıp mahkemeye sunuldu mu? Herhangi bir delil kaybı yaşandı mı?

Soruşturmayı etkileyen politik, ekonomik veya sosyal baskı unsurları var mıydı?

Birkaç kurumu istisna sayarsak, bu soruları dikkate alan iyi bir gazetecilik sınavı verildiği söylenemez.

Medya çocuk haklarına değil, tıklanmaya odaklandı

Olayın ardından toplumun gösterdiği yoğun tepki, medyada geniş yer buldu. Protestolar, sosyal medya kampanyaları, suçlulara ağır ceza verilmesi talepleri ve adalet arayışı vurgusu, dramatik unsurlar arasında öne çıktı.

Bunun yarattığı zorluk ise söz konusu yoğun toplum ve medya baskısının, soruşturmayı yürüten yetkililerin kararlarını hızlı ve yeterince ayrıntılı bir inceleme yapmadan alma olasılıklarına yol açmasıydı. Diğer yandan, bunca spekülatif haber bombardımanından etkilenen tanıklar ve şüpheliler, ifadelerini ve savunmalarını medya diline göre kurgulayabilirlerdi.

Çocuk cinayetleri gibi hassas konuların medyada uygunsuz bir biçimde ele alınması; toplumsal travmaların derinleşmesine, ailelerin acılarının büyümesine ve diğer çocukların ruh sağlıklarının bozulmasına yol açabilir. Narin cinayeti örneğinde medya, duygusal etkiyi artırmak amacıyla dramatik unsurlara çok fazla yer verdi, anlatısını Narin’in masum ve savunmasız bir çocuk olduğunu vurgulayarak ve olayın duygusal boyutuna odaklanarak oluşturdu. Medyada sıkça kullanılan fotoğrafları eşliğinde Narin, adeta bir “poster çocuğa” dönüştürülerek, “küçük melek” veya “hayatının baharında” gibi duygusal ağırlığı yüksek ifadelerle anıldı.

Medya, cinayeti sürekli gündemde tutarak ve aynı detayları tekrar tekrar işleyerek olayı taze tuttu. Bu tür bir tekrarlama, izleyicinin ilgisini yüksek tutmak, olayın tüm ayrıntılarına hakim olmasını ve olayı neredeyse yaşamasını sağlamak için kullanılan bir yöntem. Ancak bu yönteme başvurmak, Narin cinayetinde çok net gördüğümüz üzere, çocuk hakları ihlalinin ta kendisiydi.

Cinayet bir tüketim nesnesine dönüştürüldü

Bu süreçte, medyanın olayın gerçek boyutunu gölgede bırakıp bir tür “suç dramı” yaratma eğilimine de tanıklık ettik. Olayın ardından, toplumda idam cezası talepleri yeniden gündeme gelirken (“Kan donduran detayları öğrenince bu ülkede niye idam cezası yok diyor insan”) cinayetle ilgili şok edici başlıklar da kendine yer buldu (“Cinayette Yasak İlişki İtirafı“, “Ölüm sıvısı amcanın elinde”, “Otopside kahreden detay: dişleri dökülmüş”, “Narin Cinayetinde Kan donduran detaylar”, “Ya bu adamın kaç kadınla ilişkisi var”, “Şoke eden iddia: Narin anne ve amcasını uygunsuz şekilde gördü”). Bu başlıklar, cinsiyetçi bir magazin dilini yeniden üretirken ceset ile ilgili gereksiz ayrıntılar sunarak olayı sansasyonel bir hâle getirmeye çalışan medyanın, konuyu adeta şiddet pornografisine çevirdiğinin kanıtı.

Gazetelerden ve haber sitelerinden örnekler

Diğer yandan, feminist kadın hareketinin haklı olarak karşı çıktığı, Narin’in tabutuna ve mezarına ağıtlar eşliğinde örtülen gelinlikler, tipik bir ölüye saygısızlık örneğiydi. “Bütün Köy Biliyor, Herkes Susuyor” veya “Bir Köyün Omertası” gibi atılan manşetlerle iddia edilen suskunluk ve suç ortaklığı, asılsız ihbarlar yapılmasına -ki çok sayıda asılsız ihbar yapıldı- ve yanlış yönlendirilmiş bir adli sürecin doğmasına neden olabilir.

Asılsız ihbarlara sebep olabilecek başlıklar

Medya, izleyicilerin olayla duygusal bağ kurmasını amaçlayarak tüm ayrıntıları verdi ve izleyicinin olayı bire bir yaşamasını sağladı. Ancak toplumsal duyarlılık, yerini bir tür dramatik izleme alışkanlığına bıraktı.

Cinayetin medyada “seyirlik” hâle getirilmesi, olayın gerçek boyutunu unutturarak cinayetin bir tüketim nesnesine dönüşmesine neden oldu. Hâlbuki, bu tür olayları haberleştirirken, medyanın yalnızca izleyicinin ilgisini çekmeye odaklanmak yerine toplumsal farkındalık yaratmaya özen göstermesi, sansasyonel haber başlıklarından kaçınması gerekir.

Türkiye’de “kayıp çocuk” sorunu ciddi bir sorun. Bu yüzden Narin cinayeti münferit bir olay olarak değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı. 2016’dan bu yana sekiz yıldır kayıp çocuk sayısına dair bir veriye ulaşılamıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2008-2016 arasında Türkiye’de toplamda 104 bin 531 çocuk kayboldu. Ancak TÜİK, kaybolan veya kaybedilen çocuklara ilişkin 2016’dan beri veri açıklamadı. Medya, kaç çocuğun kaybolduğu ve bu çocukların kaçının bulunabildiğiyle ilgilenmeli. Medyanın gündemde tutması gereken bir soru da, “neden artık kayıp çocuk sayısı açıklanmıyor?” olmalı.

Medya, çocuk cinayetlerini haberleştirme sürecinde, çocuk haklarına odaklı haberciliği benimsemeli; cinayetlerin ortaya çıkmasında rol oynayan etkenlerin yanı sıra, cezai yaptırımların nasıl daha caydırıcı kılınabileceği üzerine yoğunlaşmalı ki hem adalet sağlansın hem de çocuk cinayetleri son bulsun. Yasemin Giritli İnceoğlu | newslabturkey.org

Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu London School of Economics, Medya ve İletişim Bölümü Konuk Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır.HABER MERKEZİ